Ertuğrul Osman, nam-ı diğer Usman Aga. Alçacık boylu, ama yakışıklı, tabiri caizse esmer güzeli. Saçları da simsiyahtır, öyle bir siyah sanırsın gece siyahı. Dümdüzdür üstelik. Babası her zaman öyle kestirir ki, alnından bir tutam uzunca kâkülü hiç eksik olmaz. Kâküllerini de çok sever Ertuğrul Osman. Sık sık elleriyle şöyle bir taraklayıp düzeltmesinden belli olur. Gözlerinin önüne dökülünce, dudaklarını yukarı doğru büzüp bir üflemesi vardır ki, sanırsın Naim Süleymanoğlu.
Futbol aşığıdır bizim Usman Aga. O futbola aşıktır ama futbol ona değildir. Top, ayağına yakışmak hiç istemez. Rahmetli babam “çolapa” derdi kendisine birşey yakışmayan insanlara. İşte Usman Aga çolapanın önde gidenidir. Her zaman giydiği aynı siyah eşofman altıyla görülür hep. Belini bağladığı ip kaybolmuştur, sürekli aşağı düşer, o da elleri cebinde sürekli yukarı çeker. Maçları da neredeyse elleri cebinde tamamlar. Böyle de olsa, teneffüslerde elinde topuyla bahçeye en başta fırlayan hep o olur. Her zaman bir topu olduğu için de grubun lideri olur doğal olarak. Eğer kızdırırlarsa, ki çok asabidir kendisi ve çok kolay sinirlenir, alır topunu çeker gider bağıra çağıra. Böyle durumlarda beni de dinlemez, çünkü haklı olan kesinlikle odur kendisine göre. Topunu koltuğunun altında bir köşeye çekilip çatık kaşlarla söylene bağıra arkadaşlarına tersleniyorsa, kesin oyun da bitmiştir, maç da sona ermiştir. Çünkü arkadaşlarının oynamaya topları yoktur, hiç de olmaz.
Usman Aga’nın bir de ablası var, dördüncü sınıfta. Aynı anne babadan doğan iki çocuk nasıl bu kadar birbirinden farklı olabilir, beni hep şaşırtmışlardır. Usman Aga ne kadar dışadönük ama asabiyse, ablası da o kadar içedönük ve sessizdir. Hep gülümser. Hakkını yemeyelim, Usman Aga da sinirli olmadığı zamanlarda hep gülümseyen bir yüzle gezer.
Uman Aga’nın bir yönü daha var ki pek hoşuma gitmez: Sinsidir. Sinsi insanlardan korkacaksın. “Aklın sıra çok çakalsın,” derim, hiç bozuntuya vermez, gözünün ucuyla yan yan bana bakarak gülümser, verdiği tepki sadece bu olur. Ben de inadına onu kızdırmaktan büyük zevk alırım.
Yalnııız… Bütün bu sinsiliğine ve asabiliğine karşın çok sevimlidir Usman Aga. Bu tür insanlar için “kendisinde şeytan tüyü var” derler ya hani, işte bu deyimin zatında vücut bulmuş halidir. Zekidir de haa. Her zaman derim ki, “Usman Aga, çok değil, zekanın birazcığını derslerde kullansan var ya, süper bir öğrenci olursun.” O her zamanki gibi bunu da pek umursamaz.
Yiğit lakabıyla anılır. Usman Aga lakabını ben vermişimdir kendisine, o da benimsemiştir. O kadar benimsemiştir ki, ismini yazması gerektiği yerlerde, deneme sınavı yaparken, ya da panoya bir resim asarken isim yazması gerektiğinde, Ertuğrul Aga ya da Usman Aga yazar. Neden mi bu lakabı vermişimdir kendisine? Belki hatırlayanlarınız vardır. Hani bir zamanlar Akasya Durağı diye bir dizi vardı. O dizide de Trakyalı bir şoför vardı, lakabı Yağlı Pehlivan Osman Aga’ydı da şoför Sinan “Usman Aga” derdi hep, işte ordan vermişimdir.
Nerden girdik sınıfımızın Usman Aga’sı Ertuğrul Osman’ın bahsine? Anlatayım efendim.
Cuma günü karne günüydü. Veliler ve öğrencilerim sınıfta toplanmış beni bekliyorlardı. Elimde karnelerle sınıfa girdiğimde sevinçle ayağa fırladılar. Hoş, birçoğu e-okul öğrenci sisteminden notlarına bakmışlardı ama, öğrencilik denen bir gerçek var. Öğrencilikte karne almanın ayrı bir heyecanı hep oluyor.
Sınıfın tam önünde durdum, karneler elimde, ellerimi arkama birleştirerek şöyle sınıfa bir göz gezdirdim. Öğrenci velilerim de gelmiş, çocuklarının yanında yerlerini almışlardı. Hepsinin gözleri heyecandan parlıyordu. Belki karne almanın, belki de tatile çıkacak olmanın heyecanıydı zannımca, belki de her ikisinin.
Arka sıralarda oturmuş olan Ertuğrul Osman’la gözlerimiz buluştu bir an. Dudağını bir tarafa eğmiş, yampiri yampiri gülümsüyordu bana. Öyle içten, öyle samimi bir gülümsemesi vardı ki, yanına gidip önündeki kâküllerini dağıtmamak için zor tuttum kendimi. Pek hoşlanmasa da bundan, tarafımdan sevildiğinin bir işareti olarak görür, bazen bunu yapmam için beni kışkırtırdı adeta. Bir an bütün sesler dindi sandım, kulağa en tatlı gelen haliyle Ertuğrul Osman’ın sesini duydum:
“Öğretmeniiiiim…..” Durakladı, gözlerini benden ayırmıyordu.
“Efendim Usman Ağa,” dedim ben de olabildiğimce şefkatli bir sesle. Devam etti:
“Hani tatil olacak yaaaa…..” Yine durakladı.
“Evet Ertuğrul, olacak.”
Gözleri gözlerimde, baktı baktı ve kendisi için belki de en can alıcı olan sorusunu sordu:
“Tatilde özliycen mi beni?”
Kızınca çok sevimli olduğunu bildiğimden, kızsın da bana biraz karşılıklı atışalım istedim ve “Hayır Usman Aga, seni hiç özlemeyeceğim,” dedim. Hiç aldırmadı, gözlerini bayabildiğince baymış, inadına sevgi dolu baktı, baktı, dudağından yüzüne yayılan gülümsemesi hiç kaybolmadan konuştu:
“Ama ben seni özliyceeem!”
Hemen ardından da dudağını büzüştürerek alnına düşmüş kâküllerini üfledi.
İçim ılıdı bir hoş, o ılıklık bütün vücuduma yayıldı. Sevgi sarhoşu mu olmuştum bir yudumcuk cümleyle ben? İşte o zaman anladım ki, ben, bunun için çoook uzun zamandır öğretmenim.
İyi ki de öğretmenim.
17.01.2025 Cuma
2/A Sınıfı
Gülyalı Merkez İlkokulu